mercoledì 21 agosto 2024

Bir Yıldıza Aşığım - İlk bölüm

 



Leny, sevgili kuzeni Emily ve en yakın arkadaşı Chris’in film dünyasında şans arayışı için yola çıkmalarının ardından yalnız kaldığında daha on altı yaşındaydı.
O zamandan bu yana yedi yıl geçti ve Leny’nin hayatı işini kaybettikten ve erkek arkadaşını terk ettikten sonra, dibe çökmüştü; artık hayatındaki en önemli iki kişi Hollywood ünlüsü haline gelmişti.
Tam her şey yok olmuş gibi görünürken, ünlü Emily Keys ve Chris Hailen memleketlerine geri dönerler.
Leny, Emily ve Chris yıllar süren bu uzun mesafeyi aşıp yeniden buluşabilecekler mi?
Acaba Leny kuzenine güvenip sırlarını verecek mi ve sonunda duygularını Chris’e açmayı başarabilecek mi?



 

Ekim 2011

  

Sürücüler bütün köyün meraklı bakışlarını yakalayacak kadar lüks olan iki siyah arabaya bagajları yüklemeyi daha yeni bitirmişlerdi.

“Artık vedalaşma zamanı,” dedi Emily’nin annesi, son günlerini kavga ederek geçirmelerinin ardından gözleri hâlâ ağlamaktan şişmiş ve kızının kaderinde olana doğru hayalini gerçekleştirmesi için gitmesine izin verme kararından üzülerek feragat etmişti.

Emily bu ani ve yaklaşan ayrılıştan dolayı mutluluk ve acı ırmakları gibi akan gözyaşlarıyla annesine doğru koştu.

“Keşke benimle gelebilsen,” diye fısıldadı kulağına, ona sıkıca tutunurken.

“Keşke, canım,” dedi annesi, içini acıyla çekerek, kendisini o küçük köye ve onun yerlilerine bağlı kalmaya zorlayan görevlerini düşünerek. Bir işi vardı ve patronu onu işten çıkarmakla tehdit edip üç aylık izin vermeyi reddetmişti. İşinden ayrılamazdı, parasız kalamazdı. Artık yalnızdı ve sorumlulukları vardı. Bunun yanında, eğer kızının işleri yolunda gitmezse hem kızını hem de kendisini finansal anlamda desteklemek zorunda kalabilirdi. En nihayetinde, kız kardeşini de yalnız bırakamazdı çünkü kardeşinin kocası sırra kadem basmış ve ailesini desteklemeye katkıda bulunmayı bırakmıştı.

“Göreceksin, Noel çok çabuk gelecek. Beni özlemeye fazla zamanın olmayacak ve ben geri geleceğim,” diyerek annesinden ayrılırken ona güvence verdi Emily, en üzgün ve asık suratlı insanı bile mutlu edebilecek o her zamanki muhteşem gülümsemelerinden biriyle.

“Lütfen, dikkatli ol.”

“Artık on altı yaşındayım. Büyüdüm ve Mrs. Martens her zaman benimle ilgilenecek.”

Ondan ayrılamayacakmış gibi görünen annesinden ayrıldıktan sonra sokağın kenarında hareketsiz duran ve titreyen kuzenine sarılmak için koştu.

“Ah, Leny! Seni çok özleyeceğim!”

“Ben de,” diye fısıldadı kuzeni, neredeyse insanüstü bir çabayla gözyaşlarını kontrol etmeye çalışarak. Yüzünü Emily’nin ipeksi sarı saçlarına gömüp bir daha asla unutmayacağını bilerek kuzeninin parfümünü son kez koklamaya çalıştı.

Emily’nin babası öldüğünden beri, o daha iki yaşındayken, paylaştıkları iki daireli bitişik evde geçirdikleri yıllardan beri, Emily, onun kız kardeşi gibi olmuştu.

Şansızlık o ki annesi, küçük kızı ve bir yığın borçla onu baş başa bırakan hain ve sahtekâr kocası tarafından terk edildiği zaman, yalnızlık, teyzelerini de endişelendirmişti.

Ancak, iki kızın anneleri tüm cesaretlerini toplayıp taşrada iki daireye böldükleri küçük müstakil bir evde yaşamaya başlamışlardı.

Emily üst katta annesiyle, teyzesi ve Leny ise alt katta yaşadılar.

İki kız da aynı yıl doğmuşlardı ve annelerinin maddi sıkıntılarından dolayı her şeylerini paylaşmak zorundalardı; dolayısıyla, çok yakınlaşıp birbirlerini çok sevmişlerdi.

Ama şimdi, alın yazıları onları ayırmak istemişti ve Leny kuzenine ayrılmaması için bağırmayı çok istese de öyle yapamamıştı. Bu fırsatın kuzeninin geleceği için ne demek olduğunu biliyordu ve kalbinin derinlerinde bu kararının Emily’yi çok yükseklere götüreceğinin de farkındaydı; tam da tıpkı onun dilediği gibi—Emily bir film yıldızı olmak istiyordu!

Bu ayrılık ona çok acı çektirse de Emily’ye karşı duygusal şantaj kartını oynamazdı.

Leny tam da bu anlayışla gözyaşlarını tuttu ve o tipik utangaç gülümsemelerinden birini gösterdi. Onu bırakması gerektiğini biliyordu. Onun iyiliği için.

“Beni unutmayacağına söz ver bana,” dedi Emily, somurtkan şirin bakışıyla o kocaman mavi gözlerini genişçe açarak hani sanki bir gün halkın onayını kazanacakmış gibi.

“Bu imkânsız! Sen hep benimle olacaksın. Kalbimde,” diye cevap verdi Leny, o çekingen ve sevimli sesiyle.

“Seninle iletişime geçmek zor olacak biliyorsun ama sana yemin ederim ki her akşam yatmadan önce gökyüzüne bakıp sana iyi geceler dileyeceğim.”

“Ah, Emily!” diye fısıldadı kuzeni, Emily’nin uçağı kaçırmasından tedirgin olan Mrs. Martens gelmeden önce tekrar geri dönüp ona son kez sarılarak.

“Emily, gitmemiz lazım. Geç oldu,” diye her zamanki canlı ses tonuyla ısrar etti Mrs. Martens.

İki kuzen sessizce birbirlerini asla unutmayacaklarına dair söz vererek birbirlerine son kez baktılar.

Leny Emily’yi arabaya kadar takip etmek istedi ama gidişinin verdiği acı, kılını kıpırdatmasına izin vermedi ve çok geçmeden son nasihatler için annesiyle teyzesi de ona katıldı.

Uzun bir süre sonra Leny ancak hareket edebildi ve dar ve toprak yolda biraz geride park halinde bekleyen diğer arabaya yaklaşabildi.

Kısa sürede olacakların acısı onu bir anda nefessiz bırakacak kadar keskinleşmişti.

O gün onun için önündeki aylar ya da yıllar boyunca hayatından bir kız kardeşten fazlası olan kişi çıkmıyordu sadece, aynı zamanda, en yakın arkadaşı da çıkıyordu.

Emily olmadan okula gitmenin nasıl olacağını hayal bile edemiyordu ve çoğu zaman okuldaki en iyi oğlanların dikkatini çekmek için kullandığı ve hafifçe dışarı çıkık kulakları yüzünden onunla dalga geçen kötü arkadaşlarından onu koruyan güzellik aurası artık olmayacaktı.

Sanki bu yetmiyormuş gibi kendini onsuz da bulacaktı.

Chris’siz.

Chris; onun tüm öğleden sonralarını birlikte geçirdiği, sık sık yatak odasının doğrudan önüne açılan penceresinden dikizlediği en iyi arkadaşı.

Çocukluğunun tamamını arkadaş grubuyla geçirmişti ama Leny’nin oldukça fazla olan utangaçlığı sebebiyle onun güvenini sadece kuzeni Emily ve Chris kazanabilmişti.

Onu güldüren ve diğerlerinden sakladığı o konuşkanlığını özgür bırakan tek kişi Chris idi.

Belki de bu, onun diğerlerinden iki yaş büyük olmasının veya annesiyle babasını kaybettikten sonra büyükbabasına verilmiş olmasındandı.

Yine de Chris, onun dış dünyaya karşı korkusunu yenebilen ve... kalbinin hızlı atmasını sağlayabilen tek kişiydi.

Chris’in büyükbabasının evinin eski kapısının metalik çatırdayan sesini duyduğunda, Leny, kalbinde hızlı bir çarpma hissetti.

Arkasını döndüğünde Chris’e son nasihati veren, hayatta kalan tek akrabası, büyükbabası, ile birlikte uzun adımlarla yaklaştıklarını gördü.

“…Bu önemli. O dünya güvensiz.”

“Bunu bana zaten söylemiştin, büyükbaba.”

“Hayatın gerçek pusulasının ne olduğunu her zaman hatırla.”

“Hatırlayacağım, büyükbaba.”

“Kalbin, oğlum. Kalbin. Ne para ne de şöhret. Seni inandırmaya çalışacaklar,” diye moral verdi yaşlı adam, yolculukla ilgili son açıklamaları duymak için Mrs. Martens’in yanına gelerek.

Chris durdu.

Gergin ve yorgun olduğu yüzünden belliydi. Son günlerini uykusuz geçirmiş, büyükbabasını, arkadaşlarını, evini bırakıp yurtdışına gidip oyuncu olmak istemesinin doğru seçim olup olmadığını anlamaya çalışmıştı.

Chris en nihayetinde bir karar vermişti ama şimdi Leny’nin bu kargaşa ve değişimin sebep olduğu korkmuş ve kafası karışmış bakışı karşısında yüreğinde bir kararsızlığın heyecanını hissetti.

Kot ceketine sarılmış halde, korkmuş ve titreyen Leny’nin kendisine yaklaştığını gördü.

“Emily arabada,” dedi Leny alçak sesle, gözyaşlarını tutamayacağından korktuğu için onun gözlerine bakmamaya çalışarak. Bu, Leny’nin Chris’le uzun süredir konuşabildiği son andı.

Onun odasında gecenin geç saatlerine kadar yanan lambanın etkisi altında kalmadan nasıl uyuyabilirdi artık veya onu koruyacak, ona güven verecek varlığı olmadan, grubun geri kalanıyla birlikte nasıl dışarıya çıkabilirdi?

Fakat her şeyden de önemlisi hayatının her gününü onun yanında olmadan nasıl yaşayabilirdi?

Aniden titremeye kapılarak, kendini ceketine daha da sıkı sarmaladı.

“Titriyorsun! Üşütmek istemiyorsan gidip üstüne daha sıcak tutan şeyler giymelisin,” diye endişelendi Chris, onu ısıtmak için önce kollarına, sonra da sırtına güçlü bir masaj yaparak.

Leny, birkaç saniye içinde Chris’in en sıcak, en sevimli kucaklamalarından birine boğulmuştu.

Onun gitmesine nasıl izin verebilirdi?

Yapamadı.

Kendi duygularından etkilenerek, kendini onun göğsüne karşı sessizce ağlarken buldu.

Ona içgüdüsel olarak var gücüyle sarıldı.

“Seni özleyeceğim, Leny,” diye itiraf etti Chris, onun açık kahverengi saçlarını öperek.

Leny kendisinin de onu çok özleyeceğini söyleyebilmeyi diliyordu ama kendini kontrol edemediğinden ve gitmemesi için dua etmekten korktuğundan sessiz kaldı.

“Ama bunu yapmak zorundayım. Anlıyor musun?” Chris, kararlı ve ciddi bir sesle devam etti. “Söz veriyorum çok ünlü ve zengin bir aktör olacağım, böylece sen ve annene bir ev alacağım. Seni mutlu edeceğim.”

Ona yakın olmadıktan sonra mutluluğun Leny için ne anlamı olabilirdi ki?

Yavaşça ondan ayrıldı ve gözyaşlarından dolayı oluşan bulanıklığa rağmen Chris’in gözlerinin içine baktı.

Ona her zaman sevgiyle ve tatlılıkla bakan o harika yeşil gözlerin içinde kayboldu.

Gençliğinde onun ne kadar çok zorlukla yüzleşmek zorunda kaldığını biliyordu ve şimdi kader ona tıpkı hep istediği gibi geleceğini değiştirme fırsatını veriyordu.

“Zengin ve ünlü bir aktör olup olmaman umurumda değil. Sadece senin mutlu olmanı diliyorum.” Bu bensiz de olsa.

Onun tereddüt edip gergin bir halde çenesini sıkıca tuttuğunu, gözlerininse üzüntüyle bulanıklaştığını gördü.

Kalp şeklindeki yüzüne yeniden akan gözyaşlarına rağmen utangaç bir şekilde gülümsedi ve parmak uçlarını onun tıraş olmuş yüzünde gezdirdi.

Bu beklenmedik dokunuş karşısında şaşıran Chris, onun elini yakalayıp kalbine götürdü.

O anın ağırlığı dayanılmaz hale gelene kadar birbirlerine bakışmaya devam ettiler.

“Beni özleyecek misin, Leny?” diye sordu boğuk bir sesle, Leny’nin yüzünü ellerinin arasına alarak.

Bu soru Leny’nin zayıf olan ruhunda bir tsunaminin ezici gücüne sahipti ve Leny neredeyse yere düşmesine sebep olacak şekilde kontrolsüzce ağlamaya başladı.

Şans eseri Chris onu hâlâ sıkı sıkı tutuyordu; bu da onun yere düşmesini engelliyordu.

Leny kendini biraz kontrol edebilir hale gelir gelmez Chris tutuşunu gevşetti ve kendilerini birbirlerinin gözlerinde kaybolmuş halde buldular.

Birbirlerini Leny üç yaşında olduğu zamandan beri tanıyor olsalar da son iki yılda işler değişmişti. Leny ona farklı bir şekilde bakmaya ve onunla daha yakın bir fiziksel temas dilemeye başlamıştı.

Tüm kızlar gibi o da kısa bir süreliğine erkeklere farklı bir bakışla bakmaya başlamıştı ve Chris soyunurken Chris’i pencereden dikizlemesi onu hep kafası karışmış ve sıkıntılı bırakmıştı ve bunun nedenini, arkadaşlıklarına ve Chris, Emily ve kendisi arasındaki dengeye çok fazla önem verdiğinden, hiçbir zaman derinlemesine araştırmak istememişti.

Üstelik, Chris’in oyunculuk gibi pek çok tutkuyu paylaştığı Emily’nin o karşı konulmaz ve büyüleyici varlığı olmadan Chris’le zaten çok nadir yalnız kalabiliyordu. Veya Chris’in dikkatini çekmek için sık sık onu takip eden yakışıklılığından hoşlanan kızlar kalabalığı olmadan.

Ama şimdi yalnızdılar.

Kimse onlara bakmıyordu.

Chris’in gözleri aniden Leny’nin bilmediği garip bir bakışıyla aydınlandı.

“Chris…” Leny sıkıntıyla iç çekti.

Bakışlarını gözlerinden ağzına kaydırdığını gördü ve daha ne olduğunu anlayamamışken, Chris’in sıcak ve yumuşak dudakları titreyen dudaklarının üzerindeydi.

Bir öpücük. Bu öpücük yetmişti ve sonunda Leny’nin kalbindeki kilit açılmış ve ilk kez aşkı keşfetmişti. Gerçek aşkı. Büyük A harfiyle yazılı olanı.

Bu yeni duygu nefessiz kalana kadar kalbini doldururken, onun ağzının kendi ağzı üzerinde hareket ettiğini hissetti.

Chris ondan ayrıldığında kendini nefes nefese buldu.

Dilini yanan dudaklarının üzerinde gezdirdi. Gözyaşlarının ve onun tadını aldı.

Böylesine tatlı ve aynı zamanda erkeksi tadı asla unutamayacaktı.

Mrs. Martens’in Chris’i arabaya binmeye çağıran sesini duyduklarında kalbi hâlâ göğsünde hızla çarpıyordu.

O sihirli sevecenlik ânı bir anda yok olup yerini en karanlık umutsuzluğa bıraktı.

Leny, onu sevdiğini ve ayrılmaması için ona yüksek sesle bağırmak istedi. Bunu artık biliyordu. Ondan gerçekten emindi ama zihni, sırf bencilliğinden, onu Chris’in hayallerine son vermekten alıkoyuyordu.

“Leny, beni özleyecek misin?” diye sordu Chris, kırık bir sesle.

“Ben… Sensiz nasıl devam edebileceğimi bilmiyorum, özellikle de seni sevdiğimi anladığımdan beri.

“Leny, tek bir kelime yeterli olacak… Sadece bir kelime ve ben burada kalacağım. Seninle.”

Ona böyle bir sorumluluğu nasıl verebilirdi?

Aşk hayali ile şov dünyasında başarıya ulaşma hayalini gerçekleştirmek arasında seçim yapacak kişi nasıl Leny olabilirdi?

Ona olan duygularını gerçekten açıklamayı ve sonsuza kadar onun kollarında kalmayı istese de onun kanatlarını kesmenin ne kadar adaletsiz olacağını fark etti.

Gelecek vaat eden bir film yönetmeni, kendisinde doğal bir yetenek olduğunu ve bir oyuncu olarak onun gelecek kariyerini görmüştü. Leny tüm bunları ona nasıl yasaklayabilirdi?

İstemeden ama sırf ona duyduğu sonsuz sevgiden emin olarak ondan ayrıldı ve Chris’i dehşete düşürdü.

“Gitmelisiniz yoksa uçağı kaçıracaksınız,” diyebildi, sesini kararlı tutmaya çalışarak.

“Leny, ben... Sen...”

“Çok iyi olacağım. Merak etme.”

“Gerçekten mi?”

Leny, acısının kontrolünü kaybettiğini hissettiğinden başını onaylarcasına şiddetle salladı.

“Yakında geri geleceğim,” diye fısıldadı Chris, neredeyse onun kadar şok olmuştu.

Leny, kalbi göğsünde kırılarak dönüp eve koşmadan önce, son kez, gülümsemeyi başarabildi.

“Büyükbabama iyi bak,” bunlar Chris’in evinin kapısına gelip kendini içeriye kapatmadan önce duyduğu son sözleriydi.

Arabaların hareket ettiğini ve annesiyle teyzesinin son vedalarını bile duymadı çünkü Leny kapı arkasından kapanır kapanmaz acıyla yere yığılmıştı.

Ruhunu kanayana kadar parçalayan o donuk ve derin acı.

Ve orada bu sefer Leny’yi teselli edecek kimse yoktu. Emily dahi.


Okumaya devam edin...

 



Nessun commento:

Posta un commento